Dergimizin sayılarını yayınladığımız issuu.com sitesi Türkiye'de yasaklandı. Bir telif uğruna bütün bir hizmetin engellenmesini kınıyoruz. Bizi okumak için VPN'lerinizi açmayı unutmayın.

Haluk Çobanoğlu

Akademiden fotoğrafa, Zonguldak’tan Amerika’ya uzanan fotoğraf yolculuğunda hayata ve fotoğrafa her zaman politik çerçeveden baktı Haluk Çobanoğlu. 12 Eylül darbesinden günümüze, hayatla, kendisiyle ve fotoğrafla ilgili dokunabildiğimiz konularda konuştuk. Bu esnada bilmediğimiz yerlerde, görmediğimiz binlerce fotoğraf çekildi. Biz de onlara binlerce kelime ekledik.

Fotoğrafla ilk temasınız nasıl oldu? İlk fotoğraflarınızı/makinenizi hala saklıyor musunuz?

Geçmişe yönelik kendimle ilgili bir düşünme sistematiğim yok nedense. Toplumsal olarak var fakat bireysel olarak yok. “Bireysel olarak kendi fotoğrafım nasıl gelişti” sorusundan ziyade “toplumsal olarak nasıl gelişti”, bunu düşünmüşümdür. Belki yetiştiğim çağ ve koşullarla ilgili. 1970’lerin Zonguldak’ında yetiştim ben. Toplumsal hareketlerin son derece gözde, insanların politikaya yakın, dünyadan haberdar, yaşayan nüfusun Türkiye ortalamasının üstünde sosyal bir çevreye sahip olduğu bir yerdi. Muzaffer Tayyip Uslu ve Rüştü Onur gibi iki önemli şairin yetiştiği sosyal çevrede yetiştim. Yine de bireysel olarak çok net hatırladığım bir şey var. Evde siyah beyaz bir fotoğraf var. O vakitler grup fotoğrafı çektirmek pek bir moda idi; komşularla, gelen misafirlerle filan ve ben bir grup fotoğrafı çekilirken arkamı dönmüşüm. Haberli ve dayatılan bir şey var ya, muhtemelen onu sevmemişim. Babam çok kızmıştı. Şimdilerde fotoğraf çektirmeyi benim oğlum da sevmiyor, kızamıyorum ona. Fotoğraf çok sonradan girdi hayatıma. Üniversiteden sonra. Eskiden fotoğraf makinesi almak da çok zordu. Zonguldak’ta bizim bir komşumuz, Ahmet Şerifoğlu sportmen bir abimizdi, maratoncu. Hatta sonradan Zonguldak’ın Kilimli ilçesinde adını futbol stadyumuna verdiler. Kömür işletmesinde çalışıyordu. Ek iş olarak fotoğrafhane açtı. Aile fotoğrafları, vesikalıklar çekiyor. Tonla para harcayarak iki tane Nikon ve iki tane flaşı olmayan sabit ışık almıştı. O makinelerden bir tanesini geçen sene Hayyam Pasajı’ndan 250 liraya aldım, aynı makine, Nikkormat. O dönemde alınan fotoğraf makineleri ile fotoğrafçılığa başlayıp bitirebilirdin. 60’larda başlayıp 85’te bitirebilirdin. Bir Olympus OM 10’du. Olympus’un henüz profesyonel makineler hattından çekilmediği, Nikon’a ve Canon’a piyasayı bırakmadığı dönemdi. Ucuz ve alınabilir ama yarı profesyonel sayılabilecek bir makine değildi. O dönemde İngiltere’de bulundum fotoğraf eğitimi için. O makineyi satıp üzerine bir şey koyarak Olympus serisinden başka bir makine aldım. OM 4-ti idi muhtemelen.

“Geç başladım” demiştiniz fotoğrafa. Önce iktisat sonra reklamcılık ve ardından fotoğraf mı? Yoksa iktisat ve reklamcılığın paralelinde fotoğraf hep var mıydı? Nasıl gelişti bu süreç? 

İktisadi ve idari bilimler diye başladım aslında. İşletme ve iktisat kavramları bende karışıyor. İkisi arasında bir fark yok, bence bir uydurmaca. Hem iletişim hem de işletme fakültesinde hocalık yapan, akademik kariyer geliştiren başka bir ikinci adam yok herhalde. Bunu önemli bir özellik olarak söylemiyorum. Ben 1402’liyim, 12 Eylül döneminde politik nedenlerle üniversiteden çıkarılan öğretim üyelerinden biriyim. Asistanlığı kazanmıştım. Master ve doktora yapmak için Amerika’ya gidecektim. Fakat 12 Eylül darbesiyle siyasi görüşlerimiz nedeniyle İzmir’de bizim bölümde iki kişi, Ege Üniversitesi’nde birçok öğretim görevlisini üniversiteden uzaklaştırdılar. Türkiye’de binlerce kişi açlığa mahkûm edilmek istendi. Arkanda devlet seni takip ediyor. İşe girebilmen için emniyetten temiz kâğıdı isteniyordu. Bu işin fiziksel tarafı ama esas olarak biz kendimizi ifade edecek bir dil aradık. O dönemde mağdur olan birçok insandan, yazar, şair, ressam, heykeltıraş, fotoğrafçı çıkmıştır. Dolayısıyla 12 Eylül’ün yarattığı o kara ortamda kendimizi siyasi olarak ya da gençlik fikirlerimizi ifade edecek bir dil aradık. Ben de bir şekilde fotoğrafı buldum. Burada şunu söylemem lazım, burası önemli: O dönemde adeta ruhumu rehabilite etmek için dağlara giderdim, dağcılık yapardım. Hatta orada espri yapıyorum “bütün büyük dinler dağda kurulmuştur” diyerek. Düzde kurulan din yoktur. Fotoğraf anlamında çok etkileniyorsun tabii. Bunu paylaşmak istiyorsun. Bunların hepsi fotoğrafa gidiş sürecini hızlandırdı ama birçok da engel vardı. Teknik malzeme olarak var, paylaşım açısından var. Kime göstereceksin, nasıl yapacaksın? Bir dergi yok, basma olanakları kısıtlı ve her şeyden önce çok pahalı.

Yazının devamını dergide okumak için tıklayın!

Internet üzerinden. Ücretsiz. 2006’dan bugüne aralıklarla, dönemler halinde çıktık. Yaratıcı ve kültürel ortamlardan etkinlikleri, sanatçıları, eserleri anlatan yazılar yazıyoruz. Yeni sayı çıkarmaya yakında devam edeceğiz. Buyrun!

Daha Fazla İçerik
Yedi Pink Floydlar ve İki Prenses